Seda Yaşlanıyor…
- Şebnem Vitrinel
- 29 Nis
- 3 dakikada okunur
Ekim ayının son perşembesi, akşamüzeri saat altıya doğru Seda yaşlanmaya başladı.

Yaşlanma başladığında Seda elinde bir fincan bitki çayıyla –daha net olarak belirtmek gerekirse kuşburnu çayıyla- salondaki pencerenin önünde dikiliyor, dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izliyor ve ofisten erkenden kaçıp eve gelmekle akıllıca davrandığını düşünüyordu. Bunu gözünüzde canlandırdığınızda sanki bir sanat filminden, tercihen bir Fransız filminden bir sahne izliyormuşsunuz gibi gelebilir size. Yani, gerçekten, elinde fincanla, yağmurlu camın ardından şehre bakan bir kadın? Fakat Seda’yı da mazur görmek lazım. Neticede, kalabalık, pis, kötü organize edilmiş olsa da büyük şehirde yaşıyor, iç bunaltıcı, yaratıcılıktan uzak, ortalama maaşlı olsa da kartvizitinde “creative” kelimesi geçen bir işte çalışıyor, arzusuna hilafen de olsa bağımsız ve kendi ayakları üzerinde dimdik, falan filan… Diyeceğim o ki, elinde bitkili fincanla pencere önünde dikilip yağmuru izlemeyi hak ediyordu.
Yaşlanmaya başladığını hemen o anda fark edemedi. O sırada gözüne çarpan şey küçük bir ayrıntı ve bu ayrıntının canlandırdığı bir anıydı. Dışarıdaki koyu renk bulutların ve perde şeklinde inen yağmurun etkisiyle pencerenin camı ayna gibi net bir yansıtıcıya dönüşmüştü ve Seda kendisini –elinde caanım porselen fincanla- bir resim gibi seyredebiliyordu. Saçlarını büyük bir tarak tokayla gevşek bir şekilde toplamıştı, -Bernard Show’un bir kitabında tarif ettiği şekilde, “bir hoş dağınık”- ve eve gelince üzerine geçirdiği geniş yakalı bluzdan ince ve uzun boynu yükseliyordu. Boynuna baktı ve yıllar önce başka bir evde, gene böyle bir cam önünde dikilip arkadaşlarıyla dışarıda yağan karı izleyişleri aklına geldi.
Beş altı kişiydiler. Hep bir arada gezen, birlikte yiyen içen, eğlenen, akşam eve gidince de birbirlerine telefon eden bir arkadaş grubu. Birkaç dakika hep birlikte yeni başlayan kara bakmış, hem içlerinden gelen hem filmlerden öğrendikleri çeşitli duygu ve tepkiyi sıralamışlardı. Romantik ve hassas görünmeye o kadar da aldırmayanlar salonda ve mutfakta başka ilginçliklerin peşine düştüğünde pencerenin önünde bir tek Seda –çünkü Seda duyarlı ve ince ve başkalarının göremediğini gören bir kızdı- bir de Burak kalmıştı. Burak, Ceyda’nın sevgilisiydi. Ceyda Seda’nın çok sevgili arkadaşıydı. Burak da öyleydi. Yan yana uçuşan karları izlemişlerdi ki bu çok… sessiz bir andı. Bir an Seda cama iyice yaklaşarak başını yukarı doğru kaldırmış ve sokak lambasının ışığında parlayarak dökülen tanelere bakmıştı, çünkü bu kar taneleri de, sahiden, sahiden, çok tatlıydılar. İşte böyle başını yukarı kaldırmışken Burak ona doğru dönmüş, birkaç saniye sonra da, “Boynun çok güzel,” demişti.
Seda’nın boynu çok güzeldi. Açık yakalı giyerdi, tasma gibi kısa kolyeler takardı. Burak’tan önce ve sonra pek çok kişi aynı şeyi söylemişti, acaba neden Burak’ı hatırlamıştı şimdi? Aynı anda aklına küçük arkadaş grubuna dair bir sürü resimler üşüştü ve o gruptan bir kimseyi en son ne zaman gördüğünü anımsayamadı. Tüm bu anımsama ve düşünmeler bir saniyede kafasından akıp gitti. Pencerenin önünden çekilmeden önce son olarak bir şeyi daha fark etti; güzel, uzun, ince boynunda bir narin çizgi…
Hiç önemli değil, hiç önemli değil.
**
Aynı gece, rüyasında eski sevgilisini gördü.
Ardından ve uğruna pek çok gözyaşı döktüğü, sayfalarca mektup yazdığı, defalarca ayrılıp barıştığı, unutabilmek için yıllar harcadığı eski sevgilisi rüyasında tıpkı ilk tanıştıkları zamanki gibiydi. Oysa Seda şimdiki zamandaydı ve onunla yeniden karşılaşmanın şaşkın mutluluğu içindeydi. Rüyanın sağladığı bir rahatlık olarak eski sevgili de Seda’yı gördüğüne sevinmiş gibiydi. Gülüşüp konuştular, hal hatır sordular, aralarında elektrikli bir hava vardı. Ve sonra birden kızın biri çıkageldi. Eski sevgili kıza belinden sarıldı, “Bak Seda, bu benim kız arkadaşım,” dedi. Kız gençti, tıpkı eski sevgili gibi yirmili yaşlarındaydı. Güzel ve sevimliydi. İkisi öyle sarmaş dolaş, aşk yüklü durdular. Seda kıskançlıktan çok farklı bir şey hissetti. Sarmaş dolaş ve aşk yüklü olmanın yanı sıra, bu ikisi gençti ayrıca. Seda artan bir sıkıntıyla boynundaki kırışığı anımsadı rüyasında. Karşısındaki kızın pürüzsüz, ipeksi boynuna baktı. Acaba eski sevgilisi fark etmiş miydi boynunu? Saçlarını çaktırmadan öne getirip çizgiyi kapamaya çalışırken uyandı.
İşte o zaman anladı yaşlanmaya başladığını.
Bir yokuşun başında gibi ayaklarının kaydığını anladı. Artık teninde kırışıklar olacağını, kuşburnu çayının sağlık anlamına geldiğini, arkadaşların “çok eski arkadaşlar”a dönüştüğünü, bazı isimlerin unutulduğunu, binaların yıkıldığını, televizyondaki şarkıcıların bazılarının tanınmadığını ve bunun böyle sürüp gideceğini anladı.
Sonra da uyudu tekrar. Çünkü yani, ne yapabilir ki insan bu durumda?
















Yorumlar